İnsanları geçmiş fotoğraflarıyla analiz edebildiğim günlere geldiğimi bildiriyorum bu yazıda. Bunu bir yetenek olarak gördüğümü söyleyemiyorum ama bugün tanıştığım kişinin geçmiş fotoğraflarından onun önceki hayatına karşı iyi bir çıkarım yapabiliyorum. Bu noktayı kavrayaşıyımın ise zamanla olan takıntılı halim. Zamanı yaşarken asla takvim yapraklarını es geçmiyorum. Bir günüm yoktur ki değerlendirmesiz geçsin, bir günüm yoktur ki bugün ben nasıl bir gün geçirdim demediğim.. Bu ben de bir tik atma işareti olarak yeni kazanılmış bir durum veya kendimi bunu yapmakta zorladığım bir hal ve hareket değil bu kendi kendine işleyen bir sistem. Kendi çapımın zamanını sorgulamak adı altında yaşıyorum ve bence herkes kendi çapının zamanını sorgulama sistemini yine zamanla kavrayabilmeli. Sorumluluk alarak bir işe başlama dünyası beni bir süredir yıpratan durum. Özgür görmediğim herhangi bir alanda kendimi başarılı olma hissayatına yerleştiriyorum ve yoruluyorum. Oysa kaybetmeyi de göze aldığım her işin altından çok güzel kalktım. Kitap yazarken okunması hiç büyük dileğim olmadı, sabah kalktığımda bir kitap yazmış olmak beni her gün mutlu edecek bir eylemdi. Kitap çıkardım ve okunmadı ama beni asla mutsuzluğa sürüklemedi ve dediğim mutluluğu her sabah her sevişmeden sonra her iyi bir yemek arkasında içilen sigara gibi mutlu etti ve edeceğini biliyorum. Çünkü ben düşüncelerimde kendimi yenebildiğim zaman mutluluğu yakalayabildiğimide farkeden bir kişiliğimin olduğunun kanatindeyim. Gerçekten her şeyi güzelleyebildiğim zamanlar yaşadım ama bu duygularım yollara aitti. Ben mutsuzluğu düzenli hayat içinde düşüncelerime söz geçiremediğim de yaşıyorum, ufacık sorunları dünyam başına yıkılmış gibi davranıyorum. Yollarda ise ölümümün beş dakika sonra geleceğini biliyor olsam bile yıllar önce “Uşak’ın Taşyaran Vadisi” bölgesinden çıkarken ettiğim dansın ölüme kalan saniyeler içinde bir sonraki ritmimde kendimi nasıl geliştiririm diye düşünceye girer, kafa tutmak deyimine “nam” olurdum. Zaman insanın içinde dönüp durduğu bir haldir. İnsanlar zamana en çok fiziksel durumda değerli bakar ama bence zamanın en değerli anı insanın içindeki andır. Zamanı düşündüğün anlarda bence yaşamı birkaç saniye durduruyorsun hatta bazen öyle güzel yeni kararlar alıyorsun ki herkesin dilinde olan cümleyi kuruyorsun “yeniden yaşamaya başladım”.

Düşüncelerin süresinin ne kadar değerli olduğunu yeniden yaşayabiliyorum böylece. Yaşadığımı bildiğim anlarda, kendimi biliyorken ve birçok mecburi ihtiyaçlarımın “insan” olmakla alakalı bana verilmiş mecburiyetken bu mecburiyeti eylemler (tuvalet,yemek, barınma) dışında insanla aynı konular üzerinde anlaşabileceğim alanlar olmalı diyorum. Kendimi hemen bana en uzak insana atıyorum. Örneğin burada bir saat ustasının yaşam gözünü beni düşünmek çok çekici kılıyor. Bir saati küçücük bir delikten bakarak yakınlaştırdığı ve onun içindeki dönüşlerini, ince ince hesaplarını yaptığı, gerçekten içinde kaybolmak deyimini yaşadığı anları düşünüyorum. Gözlerini saatten aldığı an dünyaya açıla pencereye nasıl baktığını merak ediyorum? Bu durumda düşünüyorum bir saat ustası küçük bir pertavsızla (büyüteç, lup) hepimizin içini görebilir mi? Bu, yaşlı bir saat ustasının bakış yeteneği mi yoksa her mekanizmanın işlevinin kendine has oluşu mu? Hepimizin cevabı mekanizmaysa o zaman sizleri en baş cümleme alıyorum.

Ben artık zaman geçtikce eski bir fotoğraf ile tanıdığım insanları tanımamın “insan mekanizmasını” öğrendikten sonra kabul edilebilir bir durum olduğunu söylüyorum. Ben de seyahat etmiyordum veya ben de spor yapmıyordum veya ben de hiç tanınmıyordum, oysa hala tanınmış sayılmasam da bir alışveriş merkezi içinde bir insana rastgelişim, tanınışım ve bunun bir değil birkaç kez olması, duyguyu ufacıkta olsa tattırdığı için söylemek istediğim duygu ya da açlığımla otogarların soğuk ücra köşelerinde kalışım, lüx restaurantlarda yemekler yemişliğimle belki de tüm adıyla “tecrübelerimle” eski birkaç fotoğraftan insanların nereden geldiğini ama en önemlisi şuan ki “insanlara davranışları, kendilerini gördükleri yer, hayattan istekleri ve mutlulukları, hüzünlerini anlayabiliyorum ve ayırt edebiliyorum. Dostlar özellikle belirtmek isterim ki yaşadığım kadarını yaşayanları bilmek benim hakkım. Guccili doğan bir adamın hikayesini yaşamakta anlatmakta benim yalan bir bakış açım olur ya da benim yaşadığım açlığı sonrasında devam ettirmek zorunda kalarak hayatını kaybetmiş insanlara kadar ulaşmam terbiyemi aşar. Tüm yazarlar, yazarlık deneyiminde olanlar sadece tecrübelerinde ki keskin dili gözlemlerinde kullanmamalıdır. Yaşarken deneyimlediğiniz her anı zamanla örtüştürmeden kullanmamakta en keskin kuralınız olmalı tabiki.

Teşekkür ederim. Sevgi,saygı yol ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir