Hafta içi kaosu o kadar çok yaşıyorum ki cuma mesai saatinin bitimiyle kamp hazırlığına başlayarak doğa terapisini başlatıyorum ruhumda. Önce kamp için eksiksiz bir alışveriş yapmaya çıkıyorum. Etleri çeşit çeşit, ıvır zıvırları poşet poşet dolduruyorum. Sanırım bir süre böyle açgözlü davranacağım. Haftasonuna kadar yediğim, içtiğimden bir şey anlamıyorum. Kendimi pazar geceden, cuma akşamına kadar tatsız, tutsuz buluyorum. Yediklerim adeta virüs geçirmiş gibi hissediyor, kokusunu dahil alamıyorum. Cuma akşamına markete girdiğimde ne varsa saldırıyorum. Yiyeceklerim haricinde ikram ediceklerimide fazla fazla alıyorum. İkramlarım ya kamp komşularım oluyor ya da doğanın asil sahipleri.

Cuma gecesinde alışveriş torbalarını tek tek özel koruyucu torbalara koyuyoruz eşimle. Sabah arabaya ne yükleyeceksek gecesinde sıra sıra diziyoruz. Her şey hazır olduğunda gece 12’yi çoktan geçmiş oluyor. Sabaha kadar geçen zamanda tek düşündüğüm şey yola çıkmak oluyor. Sabah evdeki kahvaltıyı es geçiyoruz. Çanakkale caddesi üzerinde ki kıyı pastanesinden birkaç poğaça ve Acıbadem kurabiyesi alarak yolculuğumuz başlıyor. Her rotada minimum 3 saatlik bir yolcuğumuz oluyor. İstanbul’dan kaçmak için 1 saat yeterli gibi gözüksede doğanın vatanına kavuşmak için 180 dakikayı tek tek saymak gerek. Kamp yolculuğunda bazen kahve ısmarlıyoruz kendimize bazen meyve suyuyla yetiniyoruz.

Yaylaya doğru tırmanmaya başladığımız zaman havanın soğuduğunu fark ederek klimayı kapatıp camları açıyoruz. O sıra fazla oksijen almamızdan mıdır nedir sesizliğe bürünüyoruz. Benim için dünya geride kalıyor. Benim için sanki doğum anım. İlk defa gelmediğim, son defa gelmek hiç istemediğim bir anda yaşıyorum o an, çok özel hissediyorum. Kamp yerine geldiğimizde gözlerimiz evimizi inşaa edeceğimiz bir alan arıyor. Ben özellikle manzaramızın olmasına odaklanıyorum. Benim için hobilerimi ve hayallerimi gerçekleştirirken görsel güzellik çok önemli ve bunu sağladığımda kendimi daha iyi hissediyorum.

Evimizin manzarasına tatminkar olduğumda hazırlığımız başlıyor. Önce çadır kuruluyor, sonra çadır içi eşim tarafından dizayn ediliyor ardından yaşam alanımıza ateş, masa, sandalyeler, yiyecekler bölüştürülüyor. Bu saatten sonra belki oturmayı hiç hayal etmiyorum. Sürekli meşgul oluyorum. Ara ara etrafıma bakıp “çok iyi çok” diyorum. Bıraksanız orada yaşarım aslında biliyor musunuz? Tek şartım sosyal hayatıda sevdiğimden, bağdat caddesinde biraz yürüyüş yapıp bir bira veya bir kahve içebilecek ayda 1 ziyaretime izin vermeniz. Hayal gibi değil mi? Ne ben yaşayacak imkanlara sahibim ne de bunu sizin sağlamanız mümkün.

Yemekler pişiriyorum, eşim salatalar yapıyor ve sürekli döngüde olan bir yemek rüyası. Bazen ara verip çay içiyoruz, bazen ara verip şarap içiyoruz ama meşguliyetimiz belli. Buraya kadar hep çok tatlı. Buraya kadar hep hiç kamp yapmayın, kamp güzelleyenlere imrendiği yer. Merak etmeyin buradan sonra ayı ile yaptığım güreşe geçmeyeceğim. Buradan sonra neden bu yazıya ihtiyaç duyduğumu ve bütün fasılların ardında ne hissettiğimi yazacağım.

Geriye dönüyorum okuyucum. İstanbul’dayız. Kaos, trafik, evler, binada oturmanın konforsuzluğu, sürekli telefon trafiği vb hepimizin yaşadığı benzer hayatlar. Yıllar öncesinde üniversite için gittiğim şehir ile gurur duyuyorum kendime. Doğanın bir parçasında Sakarya’daydım. İnsanlar hafız ama insanlar az. İnsanlar geri ama doğa çok ileride. Elini attığında kaçacağın bir asfalt değil bir toprak parçası bulman mümkün. Ben bu şehirde yaşarken aynı zamanda memleketin kalan 80 ilinde de ikamet ettim. Bazen 3 gece bazen tek gece kaldım ama diyar diyar dolaştım. İstanbul’dan uzakta seneler geçirdikten sonra hayallerimin bittiği noktada İstanbul’da herkesin beklediği iş hayatına girdim. İş hayatında belirli süre alt üst oldum. Çırpınırdı karadenizi aştım, dalgaları tek tek aştım. Sorunları, yaşam mücadelesini aştım. Bunları aşarken arkamda bıraktığım çadırda kaldığım anları unutmadım. Geri döneceğimi biliyordum, o hayata geri dönmeyecek olsam şimdiki mücadelenin anlamsız olduğunun farkındaydım. Bugün haftaiçi ki yorgunluğumun haftasonunda sıcak bir yatak aramadan, iki kapısı olan bir muşambanın içinde uyuma hayali buradan geliyor. Hem hayattan ne istediğimi biliyorum, hem nerede mutlu olduğumu. İnsanlar bugün ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilemedikleri için körkütük avmlerde, şehrin çarşı pazarlarında dolaşıyorlar. Bugün birine yol gösterici olun, bir daha rotasını yayladan çevirmez imkanları dahilinde. Bugün birine doğayı aşılayın, sizi unutsun, kendini kazansın, arkadaşlarına, kız arkadaşlarına,ailesine bambaşka bir dünya gözü olduğunu göstersin. Siz her daim kazanırsınız bunu öyle bilin.

Doğa’ya yolculuk bambaşkadır. Sessizlik yoktur doğada, doğaya ait olanların sesi hakimdir. Sıcakta, soğukta tabiata göre işler, önlemlerinizi ne kadar alırsanız alın yetişemezsiniz. O size daima kendini sunar. O yüzden ona o kadar bağımlısınızdır. Çünkü ne şehirler ne de insanlar size kendi halini sunar. Burada karşılaştığınız her şey puldan uzaktır. Burada 2 günlük bir inviza sizi bir ömür hayata bağlar ve yeniden dönüşe bir umut doğurur. Buraya gelin, burada kalın ve burayı yayın.

Doğada kalın, sevgi,saygı,yol ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir