Hepimizin yaz bitti dediği günün öğle vakitlerindeyiz. Bugün planlanmış bir yazım yoktu genel olarakta yazılarımı planlı hazırlamasamda bazı zamanlarda aklıma gelen düşünceleri, kelimeleri anlık not defterime kaydederim ve sonrasında konuyu kaydettiğim not üzerinden devam ettiririm. Not defterim birkaç gün önce “her şey hallolur” yazımla beraber temizlenmişti.
Bugün yağmurun sesi, havanın griliği bana özlediğim mevsimi getirdiğini gösterdi. Hatta sabah saatlerinde dışarıya çıktığım zaman üstüme hırka aldım ve sonbahara merhaba dedim. Eylül belki sonbaharı en nazlı ayı çünkü yaz mevsiminden koparmayı çok hızlı şekilde başarsa da devam eden günlerin çoğunda yaz mevsimini devam ettiriyor bizlere. Sonbahar ise ekimin ortasından kasım ortasına kadar keyifli bir şekilde “autum loves”var tarafından yaşanıyor.
İnsanların yaşam yolculuğunda her zaman mevsimleri takip etmesi, mevsimlerin ilk değişim günlerini ayırt etmesi mümkün değil. Hepimizin dönem dönem mutlu giden zamanları, hepimizin zaman zaman kırılgan, sıkıcı ve hatta gergin dönemleri olabiliyor. Yaşantımızın zor gittiği zamanlarda bir “Eylül güzellemesi veya “yaza merhaba” partisi bizler için sıkıcı olabilir. Mevsim geçişlerinin bir doğa olayı olduğunu ve bununla mutlu olmanın içimizdeki huzursuzluğu gidermeyeceğini birçoğumuz biliyoruz. Sadece burada kendinden uzaklaşma olgusunu becerebilirse kişi, gözlerini mevsim geçişine, gün doğumuna, sisli bir havanın sessizliğine bırakırsa o noktada hissedemediği anlık mutluluğu sonralarda hisseder. Yaşadığı kötü zamanları geride bıraktığı, bir an günleri hatırladığı, bunun da kendi düşüncelerini sisli, kara bir kasabada poz vermiş duygusunda anımsayarak yaşar; zor zamanlarda üstünde ki bol kıyafeti, kasabanın kaybolan binalarını, sigarasının biriken külünü, beynin uyuşuk olduğu zamanı, mutlu bir şekilde anımsar. İşte bunu da sadece kendinden uzaklaşacak çok küçük bir ara bulabilenler ancak yapabilir. Yani öyle olur ki yazın mutluluğunun içinde mutsuzluğa hapsolmuş kişi, eylülün hüznünde kendine iyi gelebilir. İnsan’ı tedavi edebilecek tek varlık, insana iyi gelen tek şey de insan kendi kendine kazandığı düşünceler, sıyrıldığı şüpheler, kaybolan olumsuz fikirler.
Benim, senin, onların veya onun yaşadığı her şey ona ait. Tek başına dünyaya geldiğimiz ve tek başına dünyadan gittiğimiz gibi aynı aslında. İnsanın topluluk içerisinde rol alması insanın karakterini çift yapmıyor. Hatta öyle ki bazı insanlar o kadar çok etkileniyor ki diğer insanlardan kendilerinin içerisinde bir karakter daha yaratıyorlar. Bunu aslında imrendikleri için yapıyorlar çünkü çok kalabalıklar, çok kişi tanıyorlar, tanıdıklarının ağzının suyunda demleniyorlar adeta. Nefret ettikleri tarafından çift kişiliğe bürünmüyor insanlar tamamen kopyalamak istedikleri insanlar, yoğun sevgileri tarafından bu hale geliyorlar. Kendilerini yetersiz görüyorlar, ne yapmak istediklerini kişiye göre farklı aktarabiliyorlar. Her zaman bir kaybetme korkusu veya kazanma hırsı içindeler. Bir futbol sahasında bulunan kurallar içinde oyuncu değişikliği sayısı bile var iken bu insanların kaç karaktere girdiğini bilemiyoruz. Bu tarz kişilik bozuklarından uzaklaşmanın, kurtulmanın bir yolu ise en başında söylediğim gibi tek başına olduğumuzu kabul etmektir. Her şey size ait. Aileniz, eşiniz, çocuğunuz olabilir ama nefes ile mücadelemiz, nefesimizin süresi tek. Vücudumuzda ki bizi tanıyan izlerin bile kopyası mevcut değil. O yüzden insan etrafındaki en yakınları tarafından yöneltildiği herhangi bir alanda bu iyi de olabilir kötü de, oturacağı yeri kendi seçmeli. Çevremiz tarafından desteklenmek, onların sayesinde iyi yerlere gelmemiz, onların sayesinde, zekamızı besleyen yiyecekler, saygı duyulan kıyafetler, değer görerek öğrenim sağladığımız gurular veya bu güzellemelerin tam tersi bize sunulan kıstırılmış, dar bir merdiven kendi kazanımımızın olmadığı ne utanç ne de sevinçtir.
Hayatımda ki kendime ait kazandığımı bildiğim en önemli şeylerden biri sevdiğim mevsim içerisinde, sevmediğim işi yaparken iyi hissedebilecek pozitif düşünceye ait olmaktı. Mutluluğu ve mutsuzluğu aynı bulut altında yaşanabilir görmekti benim kazancım. Mutsuzluğun devamını mutsuzluğa bağlamak kilometlerce yolu uzatmaktı bana göre. Ben bazen U dönüşü yasak olan yerlerden dönmeyi hayata karşı sana alet olmayacağım olarak adlandırırım. Hepimizin dönem dönem “üst üste geliyor” düşüncesini, kurallara uyarak atlatmanın da bazı toplumlarda, özellikle okuyucu, seninle ortak paylaştığımız bu coğrafyada, daha zor olduğunu biliyorum ki sen de bunu biliyorsun. Kendini kurtarmayı bilen ama cesaretsizliği yüzünden boğulan insanlar gibi olmak bugün burada olmamak demek. Kendini kurtarmayı bilip, kendini zevkin doruklarına çıkarmamak demek burada sığ suda debelenmek demek. Kendini kurtarmayı bilip, zevki yaşayan, yaşarken de kendini kurtarma cesaretini gösteren insan olmak demek “Eski bir teknik direktör Daum’un ölümünden saatlerce önce dediği “hayat hiç sıkıcı değildi” cümlesini kendinde görebiliyor olmak demek. Öyle ki bazı U dönüşlerinin cezası olsa bile bunu bazen maddi bazen manevi karşılayacak gücünüze, düşüncenize de sahipseniz o U düşünü yapmaktan çekinmeyin.
Sıkılgan, gergin, ne istediğini bilmeyen insanlardan olmayın ve uzaklaşın. Hayatı yaşayın ve yaşadığınız sürede sizinle olan insanlara da yaşatmış olun.. Bencil olmayın ama kendinizi ileriye taşıyın.. Sevgi, saygı, yol ile.