Sürekli üzerine düşünüp durduğumuz konular var. Bu konular her şeyi içine alabilir: aile, para, aşk, dostluk, iş, hobi… Genel anlamda kafamızdaki sorularımızın, cevaplarımızın bazen konusu, bazen başlığıdır. Bazen dayandığı nedenler ya da gerektirici nedenlerdir. Açıklamalar gerekçeler üzerine kuruludur. Benim her zaman bir gerekçem bulunur. Sürekli hareket hâlindeyim, sürekli düşünüyorum, stabil değilim. Yaptığım doğrular, yanlışlar var ve hepsinin gerekçesiyle muhatap olduğum kişiye hazırım.

Siz de öyle misiniz? Belki daha fazla hareketli, belki daha yavaş ama gerekçeleriniz hep garanti belgesi gibi beyninizin içinde bir yerde mi? Yoksa anlık olarak üretici güce mi sahipsiniz? Kendi kendinize gerekçeleriniz var mı ve size sunulan gerekçeleri ne kadar anlayışlı, daha doğrusu inanır şekilde karşılıyorsunuz?

Benim gerekçelerim vardı. Bana sunulan gerekçeleri de ben, kişiden gelmeden bekliyorum. Gerekçesiz bir yanlışı kabul etmiyorum veya doğruyla haz almıyorum. Gerekçe benim için kişinin hayata bakışını net dille anlattığı nokta. Neden var olduğunu bilen, ne istediğini de ne istemediğini de bilen kişi. Gerekçelerin en olumsuzu bile çözülebilirdir gözümde. Sadece o an uydurulmamış olması önemli. Bazen geçiştirici olarak kullanılabilir, pembe, beyaz dediğimiz renklere bürünebilir. O küçük dil sürçmelerini koltuk altımda saklarım, problem değil.

Hayatın içinde sadece biz olalım; yaptıklarımız, yapacaklarımız, yapmamız gerekenler olsun… O gün gerekçelerimiz olmalı mı sizce? Sonuçta yargı yok, başarı yok, başarısızlık yok, rakip yok. Ama biz varız, orası bir gerçek. Bence gerekçe yine olmalı. Dedemin bir lafı vardır, kendisi makine ustasıdır: “Yaptığın işlemin gözükmeyen kısmını, gözükenden daha sağlam yapmaya çalış. Kimse görmese sen her gece görürsün.” İşte bu benim için: kimse olmasın, ruhuma açıklama borçluyum. Neden ruhumla konuşmayayım? Neden ruhum ile arkadaş olmayayım? Ve eğer arkadaş olmazsam, nasıl yürüdüğümü, nereye yürüdüğümü nasıl bileceğim? Kimse beni zaten görmüyor. Ben kendimi gerekçelendirmezsem, nasıl var olduğumu anlayacağım? Sadece aynaya bakarak mı? Bence hayır.

Bugün doğduğumuz topraklar, bin kilometre geride daha vahşi, bin kilometre ileride daha yaşanabilir olabilirdi. Doğduğumuz topraklar, içerisinde bulunduğumuz kalabalıklar tarafından yok edilmemiz çok basit ve olası. Doğduğumuz topraklardan çıkmamız da hayat standartlarımıza göre değişkenlik gösterse de zor derim. Sonuçta “Taş yerinde ağır” derler.

Fakat bugün ben, savaşın içinde, bombaların içinde bir Filistinli video çeken kişiye rastladım. Dedim ki: Aynı biz, aynı yaştayız. Aynı ben, eşim, arkadaşım, sosyal medyacılar… Neyse, bu da o. Bombaların içindeki mermi gibi değil ya da tam tersi… Buradan kötü olarak adlandırdığım bin km geride de var. Yani toplumun içinde ne olduğun, toplumun gerekliliği gibi gözükse de senin oradan ayrışmanda bir karakter, yetenek, çalışma ve bunun bir gerekçesi var. Sen ya ilerideyken geride olmayı tercih ettin, nedenlerin var; ya da sen gerideyken ileriyi gördün, kendini dönüştürdün, nedenlerini çözdün, azmettin ve kendi toprağında binlerce kilometre yol gittin içinde.

Nuri Bilge Ceylan’ın tam burada çok etkilendiğim bir tespiti var:
“Hayatımızdan memnun değilsek, nerede olursak olalım, başka yerde mutlu olabileceğimiz avuntusu bize iyi gelir.”
Bu noktada fikrimce, gerekçeleri olan biri nerede olursa olsun memnun olur. Kendinize açıklayacağınız gerekçeleriniz olsun, her daim bu olsun. Pişmanlık nedir, unutacaksınız. Pişmanlık, bilmemezliktir. Diyabet gibidir; eritir, bitirir.

Sevgi, saygı, yol ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir