Bugün farklı bir yazı konseptiyle sizlerle buluşuyorum. Daha önceleri yolun üzerinde şehir hikayeleri içerisinde sizlere tanıştığım, bende iz bırakan insanları ve iz bırakan insanların yolculuk üzerinde yaşantılarını, yolculuklarıma etkileri üzerinde ki detaylarını hikayeleştirerek aktarıyordum. Bugün ise bir şehir üzerinden değil de, bir isim üzerinden yaşanılanları aktaracağım.
Bitlis’in Güroymak ilçesinden ikindi vakti ayrıldıktan sonra uzun bir yolculuk geçirerek Kayseri’ye varmıştım. Malatya, Kayseri arası özellikle Gürun(Sivas)-Pınarbaşı(Kayseri) yolculuğu ilk geçişimden, son geçişime benim için her zaman zorlayıcı yolculuklardan bir tanesi oluyordu. O gün yine o zorlayıcı yolculuğu gece vakti geçmek zorunda kaldığım günlerden biriydi. O günü; tanımaktan çok keyif aldığım, yolculuğumun daha hızlı geçmesini sağlayan, hikayelerini geçiştirmeden dinlediğim bir amcanın arabasında gerçekleştirmiştim ve bu gerçekten benim için darağacı yolculuğunda kafa dağıtıcı olmuştu. Geceyi her zaman yattığım yerde Mimar Sinan Parkı içerisinde, iki ağaç arasında, çadırımı kurarak geçirmiştim ve sabah erken saatte kalkıp yola koyulmuştum. Kayseri’den istikametim Sakarya’ya ulaşmaktı ve uzun bir yolculuğum vardı. Daha öncesi çok fazla kullandığım bir yol olduğu için asfaltla yakınlığımız vardı. O beni bindirmek istemez, ben onunla konuşmaktan kopmak istemezdim ki genel de o kazanır biz uzun saatler sohbet ederdik. Kırşehir otogarını geçtikten bir süre sonra otostopçuları hiçbir zaman yolda bırakmayan, dağcılıkla ilgili bir abinin macera dolu bir aracından indim ve biraz yürüdükten sonra yeniden otostopa başladım. Bir süre geçtikten sonra birkaç adım önümde eski model bir araç yavaşlamaya başladı ve ben hafifçe adımlarımı arabanın arka kapısına doğru hızlandırmaya başladım. Aracın yanına vardığımda, bana yardım etme isteğiyle gözlerinden gülücükler damlayan, birkaç kilometre ileride ki köyde ikamet eden köylü abi ve ablayla karşılaştım. Araçlarının arka koltuk ve bagaj kısmı tamamen dolu olan, ama iyilik yapmak için kalpleri de, ruhları da her zaman boş olan ve iyiliğe her zaman kaleci olan bir çifti görüyordum o an. Onlar bana bir şeyler söylüyor, ben nereye oturabilirim ki diyordum içimden, ama gülüyordum ”gerçekten iyi ki durdunuz iyi ki” diyerek gülüyordum. Gerçekten o sıra bana ne dediklerini duymadığımı anlıyorum şimdi ama şöyle bir şeyi de gözlerinde gördüğümü çok net hatırlıyorum; ”bir şekilde gideriz biz, iyilik hiçbir zaman kayıtsız kalmaz.” Evet bunu gördüğümü şuan çok net hatırlayabiliyorum ve bu görüntünün arkasına duyduğum bir sesi de çok iyi hatırlıyorum. Bana duran aracın arka tarafında bir petrol ofisi vardı ve oradan bir ses geliyordu. İlk seslenişlerinde duymamıştım, ikinci belki de üçüncüde farkına varıyordum. Arkama baktığımda gördüğüm bir müşteriyle, bir benzinlik görevlisinin oturdukları ve bir aracın benzinlik dolum yerinde durduğuydu. Ses; ”genç gel, gel ben götürürüm seni” idi. Neyi sorgulamam gerekirdi bilmiyorum, önümde duran bana iyilik yapmak için gözlerime bakan insanları mı, benzinlikten gelen sesi mi? O ses ben yoldayken neden gelmemişti ya da neden dakikaların ardından gelmişti? Abiyle-ablaya teşekkür etmeyi düşündüğüm sırada gelmişti o davet, çünkü aracın boş bidonları o kadar doluydu ki gerçekten birkaç dakikaya hesaplayamamıştım ”nasıl sığarım”ı. Sadece bakışıyorduk gerçekten tertemiz bakışıyorduk. Sese yöneldim, ”’efendim” dedim, tekrarlandı gel sözcükleri. Bana duran abiyle-ablaya teşekkür ettim, çok teşekkür ettim, hissettim ve buradan tekrar teşekkür ederim ki belki onlar bilmesede siz bilin ben o gün araçta yolculuk yapmaktan çok daha keyif aldım. İyiliklerinden, gülümsemelerinden belki beni evlatları yerine koymalarından inanın daha çok keyif aldım. Sırt çantamı yerden alıp sırtıma yüklendim ve benzin istasyonunun içine doğru yürümeye başladım. İki abiye de selam verdim, tanıştık. İzzet abi, yanında ki görevliye ”ben kalkayım artık” dedi ve ben çantamı araca koyup yan koltuğa oturdum. Başlıyorduk. Benzin istasyonuna gelirken aklımdan geçenler oldu tabii, bunlardan bir tanesi plakasının 34 olmasıydı. ”Acaba İstanbul’a mı gidiyor direkt, yoksa Ankara son durağı mıydı ?” diye geçirdim içimden. Çıktık yola, merak ediyordum nereden geldi bu davet diye, sordum. İzzet abi: ”insanlar yanlarında eşi oluyor, eşyası oluyor belki birçok işi oluyor duruyor, yardım ediyor. Burada tek başıma yapacağım yolculukta ne olur diye düşündüm seni alsam, o insanlara biraz yardım etsem, o insanların güvenip durduğu insandan, sırt çantalıdan ne kaybederim diye düşündüm” dedi. Saygı duydum, bakış açısına koydum kendimi. Önünden geçmediğiniz bir insanı, sohbet ettiğiniz veya çalıştığınız bir iş yerinin önünde görüyorsunuz. O insanın yanından bir çok araç geçiyor ve biri duruyor. Bakıyorsunuz, inceliyorsunuz, çarpmaz ya gözünüz çarpıyor, sohbetin uzun sürdüğüne, duran insanların sizde yarattığı bakışa bakıp kalıyorsunuz, ”ben neden almıyorum ki” diyorsunuz. Bir suç işlediğini mi biliyordunuz ya da siz bir korkuya mı sahiptiniz ? İkisi de değilse neydi bu sessizlik ? Türkiye turum boyunca yüzlerce benzin istasyonunun, dinlenme tesislerinin önünde bekledim ama inanın beni oradan çıkanlar yol üzerinde beklediğim kadar ne önemsedi ne de araçlarına aldı. Beni, benim için vites küçülten insanlar aldı. Daha doğrusu insan için, yardım için, kendini gördüğü için, duran insanlar aldı. Bir kere sırf bir tesisin içine girip, sırılsıklam ”beni götürebilir misiniz?” diye seslendim ama o gün kimsenin sesi bile çıkmadı. Şimdi nerede başlıyordu farklılık ? Bir noktada uyanışta, işte burada İzzet abi benim hayatıma girdi. Benim için İzzet abi o gün bir çarpıntı yaşamıştı ve bugün o ”gel” kelimesini çıkardığı bir sırt çantalının hayatı boyunca unutmayacağı, mürekkebinin hiç bitmeyeceği, elektriğinin hiç kopmayacağı yazıya ait olmuştu. Evet biz yola çıkalı çok oldu ve İzzet abiyle sohbetimiz oldukça keyifli geçiyordu. Tabii bu arada İzzet abinin Ankara’ya gittiğini de öğrenmiştim ki bunu öğrendiğim an içimden yolculuğuma ”şaşırtmadın beni” dedim. Kırıkkale’ye geldiğimizde İzzet abi vakit sıkıntım olup olmadığını sordu ve olmadığını söylediğimde, bir yemek yerine girdi. Bu arada kendi iş arkadaşı da geldi ve güzel bir yemek yiyip, tatlı bir sohbet geçirdik. Ardından yeniden yola koyulduk ve buradan sonrası yol artık kilometreleri değil de, sohbet dağarcığını kısaltıyordu sanki çünkü yakınlaştıkça uzayan sohbetten yarı yarıya cümleleri indiriyorduk ve bu bitmesini istemediğiniz bir sohbete bir kanca gibi geliyordu. Tabelalar Ankara’yı gösterdi, ben inmem gereken yere yaklaştım. ”Abi şu gelecek tabelanın orada inicem sen müsait bir yere yanaşırsan iyi olur, ben hızlıca inerim” dedim. Otoyoldaydık ve o bölgede durmak çok tehlikeliydi. İzzet abi biraz daha gitti benim İstanbul tabelasına gireceğim yere yaklaştı ve yanaştı. Hem teşekkür edip hem de çok keyif aldığımı söylemek için elimi uzattığım noktada, İzzet abi ”dur, dur inelim” dedi. Kapısını açtı aşağı indi, şaşırmıştım aşağıya indim, çantamı arka koltuktan alıp yere indirdim. İzzet abi geldi, sarıldı, kucakladı ve tebrik etti. Otoyoldaydık; yüzlerce araç, tehlike önemli değildi, insana sarılıyordu, sarılmanın ne demek olduğunu, insanda bıraktığı hissi biliyordu, bu 1 liraya sarılmak gibi veya ”gözlerini kapa bana sarıl” gibi değildi, bu düşüncelerini aktarmış ve birkaç saatlik sohbetiyle, sarılmaktı ve gözlerin açıktı. Gözlerin açık birine sarılmak ne demek bana İzzet abi öğretti diyebilirim, el hareketinin ”dur dur inelim” dediğini unutamam ve bunu açıkça sizlere söyleyebilirim. Beni tebrik, aileme teşekkür etti. Beni o an hiç tahmin etmeyeceğim şekilde duygulandırdı. Teşekkürünü ilettim İzzet abi, onların da bir teşekkürü var söylememiştim sana ki onların sanırım beni yolda bırakmayan herkese teşekkürü var bunu bana söylemeselerde. İzzet abi ayrıldı, ben yola devam ettim ama o dur hareketini, el hareketini unutamadım. Her insana bir hikaye yaratılır ama bazı başlıklar sizde bir duyguyu gerçekten uyandıranlaradır ya öyle bir yazıydı bu. Bitlis’ten, Sakarya’ya karşılaştığım, karşılıklı bir sohbetimin olduğu, gülümsememizin olduğu herkese çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız ve çok güzelsiniz. Sevgi, saygı, yol ile.