Bir kış günü yolculuğumuzu ısıtan bir abinin hikayesinden bahsedeceğim bugün. Kanın olmadan, canı olduğun, bağın olmadan kardeşin olduğun, ”yapmak istiyorum” demeden kapıları tek tek açan bir abinin hikayesi.
Gökçen abiyle 2019’un Mayıs ayında Bayburt çıkışında Aşkale’ye (Erzurum) gitmek için beklediğim sırada beni aracına almasıyla tanışmıştık ve o günden sonra çok sık olmasa da iletişimimizi koparmadan konuşurduk. O zaman arabanın içerisinde çok keyifli ve samimi bir sohbet geçirmiştik ki o gün bile, ”eğer gelirsen şimdi götüreyim seni de Van’a” demişti ve ”bu gün olmasa da bir gün gelirsen Van’a, her zaman başımın üstünde yerin var, kesin ara beni geldiğinde” demişti. Van, benim babamın memleketi olmasına rağmen ben Van’a olan sırt çantalı yolculuklarımın hiçbirinde bir aile, bir akraba evinde kalmadım. Belki çok yakın amca, hala yoktu ama bir sülale düşünün; topraklarına yüz sürdüğün, elin ne kadar uzanırsa değil mi? Uzanmadı işte, kimse ”gel kal” demedi. 2020 Ocak ayında, Rüya’yla beraber Van Kahvaltısı yapmak için ani bir kararla İstanbul’dan yola çıktık. Ankara Ekspresi’yle Ankara’ya, Ankara’dan da Güney Kurtalan Ekspresi’yle Kurtalan’a (Siirt’e) vardık ve artık yola çıkış sebebimize ulaşmamız için son 250 kilometremiz vardı. Yanlış duymadınız evet, Van kahvaltısı için 1700 km’lik yolun son kilometrelerindeydik ve yaklaşık 5-6 araç değişip, 4 saati aşan bir süreden sonra gün batımına doğru Van’a giriş yapmış bulunuyorduk. Bu arada yolculuğun paylaşımını yaptığım Güney Kurtalan Ekspresi’nde, ”Van’a gidiyoruz” mesajını whatsapp durumuna attığımda hikayemi gören aile fertlerimin yanında mesaj atan kişi vardı ki oda Gökçen abiydi.
+ ”Van’a mı geliyorsun Evren?”
– ”Evet abi, az kaldı yoldayım.”
”Ara beni gelince, bekliyorum.” demişti. Daha gördüğü ilk hikayeden yazmıştı; meraktı, istekti, gerçek misafirperverlikti bu. Çünkü öyle ki bundan 7 ay öncesi 30 dakikalık bir sohbetti aslında aramızda ki bağ. Gerçekler değil mi? Gerçekler. Van’a girdikten bir süre sonra artık iki güne yakın yolculuğumuzun yorgunluğuyla hemen bir otele yerleştik. Bu arada Gökçen abiye geldiğimizi bildirmek için aradım. Gökçen abi, kaldığımız otelin fiyatına bir üzüldü ki, ”ben size aynı standartlarda daha iyi yer ayarladım. Neden haber vermedin ?” diye. İlk telefonla, içten ruhuyla kapıları açmaya başlamıştı Gökçen Abi. ”Yorgun değilseniz yemeğe çıkalım.” dedi. Yorgunduk. Yol gerçekten verdiği keyfin yanında, belli bir sürenin üstünde baş döndürcülüğünü de yanında taşıdığı için ”bugünü es geçelim abi” dedim, yarına söz verdim. Sabah oldu önce Van Gölü’nün kıyısında Sütçü Fevzi’de güzel bir Van kahvaltısı yaptık. Öğlene doğru Akdamar Adası’na geçtik. Ardından oradan tam tersi bir istikamete Yüzüncü Yıl Üniversitesi Kedi Evi’ne doğru parmakları kaldırdık tekrar. Van içerisinde de sürekli otostop kullanıyorduk. Doğu’da böyleydi; el kaldırırsın durur, kaldırmazsın sorardı. Nereye gideceğinin önemi yoktu. Önemli olan senin yolunu bulmandı. Sen yolunu bulduktan sonra kendisini düşüneni beklemezdi Doğu insanı, her zaman da öyle olmuştur. Sofrasını açmıştır Batı’ya, gönlünü açmıştır; ”gelsinler başım gözüm üstüne” demiştir, ağırlamıştır. Ama ağırlanmamıştır. Zaten yaparken de bunun içinde kendinden vermemiştir; adıdır Doğu’nun misafirperverlik. Topraktan gelir; unutmayana, bağlarından kopmayana yazılı kuraldır ve sadece gülümsemeyle işler. Gidin Doğu’ya, oturacağınız sofralar yerde olur ama bulutlarda hissedersiniz. Yemekler acı olur ama sanki pamuk şeker yersiniz. Bıçağın yeri yoktur ama paylaşımın herkese göre bir yeri vardır. Açıkçası misafirperverliğin Doğu’da tadı tuzu vardır. Kedi evinde Van kedilerini doyasıya sevip, mıncırdıktan sonra artık dünün sözünü tutmak üzere Gökçen abiyi aramaya yeltenmişken, kendi telefonum çaldı. Arayan oydu, ”Neler yaptınız, neredesiniz ? Gelin çarşıya müsaitseniz artık.” dedi. ”Geliyoruz abi, yaklaşık yarım saate oradayız.” dedim. ”Yemek yemeyin, yemek yeriz oturmadan önce.” dedi. ”Tamamdır abi” dedim, kapattık. Kar, biz daha üniversitenin içerisinde otostop çekmeye başlayacağımız anlarda iyice etkisini arttırdı. Neyse ki ilk gelen bir kadın akademisyenin arabasına bindik ve Cumhuriyet Caddesi’ne doğru yola çıktık. Cumhuriyet Caddesi; Van’ın en işlek en kalabalık en meşhur caddelerinden biridir. Her şey o bölgede toplanmıştır. Akşamüstü trafiğine, karın yağışı da eklendi ki bizim varmamız gecikti, Gökçen abinin gelmesi gecikti. Yine de önce biz varıp onun dükkanında biraz ısınma fırsatı bulduk. Ardından yemeğe geçtik. Van’da kar yağışı gittikçe etkisini arttırmaya başlıyordu ki bizim yarın sabaha yeniden yolculuğumuz başlayacaktı. Yeniden 1700 km yolu bu sefer otostopla dönmek için, öğlene doğru iki gün içerisine bölünmüş bir dönüş planına kendimizi hazırlamıştık. Van’ın en meşhur kebapçısı Mevlana’da güzel bir kebap yerken yanımıza Gökçen abinin kuzeni Şeyhmus abi de geldi. Yemek masamız, sohbeti de kahkahası da bol olan bir masaya döndü. Yemekler yendi, çaylar içildi ve artık Gökçen abi ”kafetaryaya geçelim” dedi, ”olur” dedik. Hep beraber lapa lapa kar yağışının altında, özlediğimiz manzaralarda, yürüyerek kafetaryaya vardık. Sohbetin devamını orada getiriyorduk. Gökçen abinin arkadaşları, kuzenleri geliyor bizimle tanışıyorlardı keyifli sohbetimiz katlanarak artıyordu. Birkaç saatin ardından, kafetaryanın, -Cafe Big Yellow Taxi- canlı müziğiyle beraber Gökçen abi, içki içip içmeyeceğimizi sordu. İçiyorduk. Canlı müzik, lapa lapa kar yağışı, Fransız bardağı bira ve yolun yaşattığı o güzel sohbet doyumsuz gidiyordu. Biten bardakları ya Gökçen abi ya da Şeyhmus abi bir işaretleriyle doldurtuyorlar ve hesap konusunda ”bizdensiniz” diyorlardı. Sanırım yolda yaşadığım en güzel hikayelerden birisindeydim; sevdiğim ve sürekli kullandığım bir şeyi böyle güzel ortamda birde ısmarlanarak içmek gerçekten çok mutlu ediciydi. Van ile anlatılanlar, benim hikayelerim, Gökçen abiyle ilk tanışma anımızın tekrarı derken, Gökçen abinin sevgilisi de masamıza geldi ve masamız gerçekten oldukça hayal bir ana döndü. Gece ilerliyor, müziklere hep birlikte eşlik ediyorduk. Kar ise bize kartpostallık görüntüler sunuyordu arabaların üstünde bembeyaz, insanlar kardan adam… Kent bulutlarını yerde hissediyordu adeta. Vakitler aktı, saatler 00.30’u gösterdiğinde Gökçen Abi bizi, ”yeni başlıyoruz daha güne” diyerek, Kürtçe Rock Bar’a götürmek için taksiyle yola çıkardı. Hayatımda yıllardır Doğu’ya gelen, buraların kafelerinde takılan, az çok bir şeyleri duyduğunu bilen biri olarak, gördüğüm manzara karşısında şok içerisindeydim. Van’ı bilmiyormuşum. Saat gece 2 civarlarında içerisi hınca hınç dolu, rock şarkıların duvarların ritmini oynattığı, insanların kadın-erkek sahnede kafa salladığı ve bunu hiçbir şarkı duraksamadan yaptığı bir mekan giriş yapmıştık. Mekan, Gökçen abinin kuzeninindi. Bize sahnenin en önünden masa ayrılmıştı. Oturmamızla beraber dizilmişti bile. Burada içki almaya devam ediyor, artık sohbetin yanında müziğin kafasını yaşıyor ve eğlence katsayımızı arttırıyorduk. Solist abi, Gökçen abiyle, Şeyhmus abinin yakın arkadaşı oluyordu. Biz sesiyle uçtuktan sonra kendisi masamıza geldi ve ara sırasında çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Öyle bir sesi vardı ki; bence duvarları aştığında koca bir halkın ruhunda sallama yaşatacak, bir bölgeye, hatta bir memlekete zerzere yaptıracak kadar güçlüydü. Ara sonrası onu dinlemeye devam ederken biramın sonuna geliyordum. Mekan konsepti olarak duvarların altına demir ağ örmüşler ve açtırılan her tekila şişesini oraya yerleştirmişlerdi, Gökçen abi ”bitir onu yukarıya atalım” dedi. ”Olur mu ?” dediğim sıra bir yudumu gördüm ve koca bir şişe, onlarca tekilanın arasına girdi. ”Bir daha ki gelişine orada göreceksin.” dedi, güldüm ”eyvallah” dedim. Ne yaşarız hayatta, nelerle karşılaşırız, hepsinin cevabı sizsinizdir aslında. Yaşamı sürdüren büyük patronlar, büyük şirketler deriz ara sıra evet ama biz seçeriz gideceğimiz yönü de yanımıza alacağımız insanı da. Belki bir şişenin, bir duvarın altında beni ifade etmesinin hakiki bir değeri yoktu ama manevisel bir değeri vardı. Bir misafiri oradayken ”seni yine burada görmek” demekti, yeniden buralarda buluşmak demekti, iyi ki demekti belki de. Orada bir şişe yoktu aslında, belki şuan bile yoktur-vardır bilemiyorum ama benim, Rüya’nın, her zaman Gökçen abinin ve Şeyhmus abinin yanında bir değerimiz olduğunu biliyorduk, bize bunu hissettirdiler. O trende hissettirdiler, 7 ay öncesi söylediği ”başımın üstüne” sözüyle ettirmişlerdi aslında. Buydu gerçek insanı sevmek, bir şey beklemeden sevmek, bir sohbetin içinde bir Dünya kapmaktı insanı sevmek. Buydu bizim yolumuz, içtiklerimiz, yediklerimiz… Değerli olan insanlara çok daha değer katan şeylerdi, ama öncesi de zaten değerliydi. Güven değerliydi, gülmek değerliydi, bir mesaj değerliydi. Biliyordun, seni bekleyen biri var. Seni kanı yapan, canı yapan, kardeşi yapan biri var. ”Gece devam ediyor.” dedi Şeyhmus abi. Saat 4’e geliyordu, biz bitmiştik. Bir gecenin böyle unutulmaz olacağını tahmin etmemiştik ikimizde Rüya’yla. Gerçekten kollayarak, değer vererek, eğlendirerek abi-kardeşin en güzel eğlencesiydi bu. Ve biz bunu yolda yaşamaktan, el uzatmayan ailelerin içerisinde daha da değerle, daha da büyük saygıyla, sadakatle karşıladık. Belki de biz o gün abiyi öğrendik, ablayı öğrendik. Nasıl ağırlanır’ı öğrendik. Gecenin bizim için bitmesini kabul eden abiler, bizi aç yollamadan, gecenin en güzel çorbacısına getirdiler. Yollar karla kaplanmış, belediye ekipleri çalışıyordu, biz yürüyorduk karın altında. Çorbalar içildi, üstüne mumbar yenildi ve sabahın kahvaltısına söz verildi. O geceyi öyle tamamladık ve sabah uyandıktan sonra o gün için son kararı verdik yol için. ”Çıkalım mı bu kara, çıkmayalım mı ?” Sabah, otelden ayrılıp Gökçen abinin dükkanına geçtik ve Gökçen abinin dışarıdan söylediği kahvaltıyla hep beraber yine güzel bir Van kahvaltısı yaptık. Gökçen abi çıkmamızdan yana değildi ama planlarımız karın durmamasında ertelenebilirdi, yer vardı ama günümüz yoktu. Gökçen abi sordu ”Çıkıyor musunuz?” diye. ”Evet abi.” dedik. Bize, çalışanını fırına yollayıp yolluk hazırlattı. Bir değil birkaç günlük yolluk hemde. Nasıl teşekkür ederim diye düşünürken, abilerin teşekkür beklemesi olmazmış’ı öğrendim. Ama yine de duramadım, yine söylüyorum çok çok teşekkür ederiz abi. Biz yollukları çantaya yerleştirip, koca bir sarılma gerçekleştirip yola çıktık. Gökçen abi, ”dönmek zorunda olursanız ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.” dedi. Bize o güven yeterdi. Çıktık yola büyük mücadeleler verdik ama vardık İstanbul’a, yolluğumuzla. Sabah 6 gibi İstanbul’daydık ve gerçekten iki gün geçmiş gibiydi. Kardeşim Enes’in evine gittik o saatte, Gökçen abiyle oturduğumuz masadan, Pendik’teki masaya kahvaltıyı devam ettirdik. Yolculuğun sonuna geldik.
İnsanların abileri olur; öz abileri, kuzenleri, komşu abileri ve bir de yol abileri. Gökçen ve Şeyhmus abim de bu yolculuklarımın en unutulmayacak, kalemi kırılmaz, sayfası dolmaz abilerim. Önce bir memleketi sonra misafirperverliği, sonra abi-kardeş ilişkilerini bize öyle güzel, öyle doğal, öyle Doğu Anadolu işlediler ki ne ben unuturum o geceyi ne Rüya. Sizlerle yeniden o masaya oturup, o sohbeti kaldığımız yerden devam ettirmek çok istediğimiz bir şey ama bilin ki sizlerle oturmanın bir günü, bir gecesi bir ömre sığan değere sahip oldu. Biz o masayı her gün gönül gözümüzde kuruyoruz ve sizlere teşekkür ediyoruz. Verdiğiniz sevginin tüm insanlığa yayılması dileğimle. O yolculuğun sofrasına eklediğimiz her insana buradan tekrar teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız, sizi çok seviyoruz. Sevgi, saygı, yol ile.