Üzgünüm bayım siz yaşamı yaşamayı bilmiyorsunuz, hayatı keyifle yaşamayı bilmiyorsunuz. Makinaların ürettiği tüm güzelliklere tutuklu kalmışsınız. Üzgünüm bayım siz büyük bir numaracısınız. Üzgünüm bayım bunları söylediğim için lakin ben de bunları söyleyenleri okuduğum zaman kendimi çok beter hissediyordum. İnsanın kendini beter hissettiği günleri olmalıdır bayım; hep iyi hissetmek için. İnsan ne kadar çukura düşerse o kadar büyük bir lastiğe sahip olmak ister. İnsan düştüğü her çukurda patlamak istemez, iğneli lafları duymak, çivili tahtalara basmak istemez. Kendini korumaya alacak yollar dener ve bu yollardan geçmiş, bu yolların tecrübesini bilim görmüş, meslek edinmiş kişilerden, kendini anlatmaktan utanmadığı sayfaları, acayip hikayeleri, kendimize yakıştıramadığımız, okurken mahçup hissettiğimiz ailevi hikayelerini okuruz. Okudukça hayatın her çukuruna bir insan düşebilecek kadar fazla çukur olduğunu görürüz. Düştüğümüz çukurun bizim mahşerimize yazılmış olmadığını, üst üste gelen olayların, negatif kazıların bize ait olmadığını idrak ederiz. Hayat bu deriz her boyuttan bir çukur ve insan bir lastik, patlamamış olan. Yaş aldıkça insan, dayanıklılığı yüksek basınç gücüne sahip patlamaz lastik olarak görebiliriz. Liseli bir ergenin dayanma gücüyle yaşı 80 olmuş bir ihtiyarın arasında ki basınç farkı buradan çok rahat anlaşılabilir. Ergen duyduğu bir kelimeyle dünyayı yakabilecek kadar sinir strese ulaşabiliyorken 80 yaşında ki ihtiyar yediği onlarca lafı yutabilir, kötülüğü es geçebilir. Çünkü o artık yaş almıştır. İhtiyar mücadele verdiği kişinin, ergenin, kendi yaşına gelene kadar yaşadıklarını dört yıllık sunum tahtasıyla karşılaştıramaz, okumazda, okuduğu varsayılan onlarca kitabı okumasıyla dahil yaş alanın tecrübesiyle basınç ölçülemez. Hayat kitaplarla daha anlaşılabilirdir bu es geçilebilir bir anlam değildir doğru ama tecrübeleri yaşarken beynimiz çırılçıplak olur. Çıplak bir beyin çok kuvvetlidir. Dışınıza giydiğiniz, elinize, belinize aldığınız koruma aksesuarları oldukça iktidarsız kalır. İnsan beyni çırılçıplaktır ve yaşamı yaşayanların, tecrübelerden kaçınmayanların beyni parlak bir beyindir. Bu çıplak beyinin gücünü kalem kılıçtan daha keskin olmasada daha etkilidir atasözüyle destekleriz. Belki biraz kaba bir tabirle çalışan motor arzalanmaz demek gibide olabilir. Beyin üretir ama sizin kabileyetiniz siz üstünde durmadıkça ilerlemez. Beyin sürekli düşünce halindedir. Düşünceleri eyleme geçirmek ile geçirmemek arasında kaldığı bir yer olur. Akıl kendini ne kadar çok eyleme dökerse o kadar çok hayatla başı belaya girer burada. İnsanlarla o kadar çok uğraşır. Etrafı kalabalıklaşır. Kişi bunu tercih etmeyebilir. Çünkü her bir kelime başka bir kişinin lafa dahil olması demektir. Bir de bunu insanlar artık özgün olarak yapmadığı zaman her alanda kendi cümlelerini üretemediği için kopya cümleler kullanan insanları veya kopya kıyafetleri giyenleri görürüz. Ondan günümüzde milyonlarca link istenir. Bir mağaza içerisinde ne giyeceğine karar verememektendir. İnsanlarla uğraşmak istememektir. Bunu genele vurmayabiliriz. Teklonoji veya insanın kendini yakışacağını düşündüğü istemesi de ters karşılanamaz lakin bahsettiğim yer “onun gibi olmak” ile ilgili. Bugün bir kamp ailesini bile kopyalayan onlarca çift var. Hem de yetişkin, erişmiş. Sadece adıyla da değil insanların özgün hikayesiyle kopyalanan videolar.. Bu örneklerin benim nezdimde olduğu pek açıkken yazıyı okuyan kişilerin de göz önüne getirdiği kişiler mutlak vardır.. Hayatı düpedüz kopya olan insanlar muhakkak vardır. Ben onlara makina bağımlısı olarakta nitelendiriyorum. Çünkü insanların en iyiye ulaşma çabası gelişen teklonoji de makinalaşmayı ve bizi bir robot haline getirerek hepimizin aynı şeyi yaptığını gözlemlemekteyim. Hepimiz aynı müzede, hepimiz aynı makarnacıda hepimiz aynı kamera pozunda hepimiz aynı tarz reels videolarında buluşarak bile bunu onaylıyoruz. Benim yazılarım içinde hep ben varım. Bunu arada hatırlatmak isteyerek okuyucuma saygısızlık etmek istemiyorum. Unutmayın çukurlar ne kadar derin olursa sizinde o kadar kendinizi hızlı yukarı atmanız buna sahip olduğunuz lastiğe bağlıdır. Hepimizin lastiği olmalı evet ama o lastiğe bağlılığımız farklılaşmalı. Hayat bu farklılıkları sezdiğimiz zamanlarda güzel. O yüzden gezerken zevk alıyoruz. Hayatı yaşadığımızı istiyoruz. Farklı lisanlar görüyoruz, farklı tabelalar, çikolatalar, yediğimiz yemekte kullandığı hayvanı bile farklı göstermesi ilgimizi çekiyor yemek diyerek geçmiyoruz üstüne sohbet ediyoruz lezzetiyle ilgili. Sonra ulaşımda kullandığımız aracı değişiyoruz ve içimizi yine heyecan kaplıyor. Pahalı bir mekanda gözlerimiz her yeri gözlerimizle tabiriyle soyup soyarken düzenli gittiğimiz bir yerde kaldığımız anları bir noktadan sonra hatırlamıyoruz. Üzgünüm bayım yaşayanla yaşamayan hayatları göstermek istedim. Takvim yapraklarını geriye aldığımda kız arkadaşımla hiç durduğumuz anları konuşmuyoruz. Yaşadığımızı bildiğimiz ve takvim yapraklarında gözümüzle gördüğümüz kadar var olduğumuzu biliyoruz ve her şeyi deneyimlemek için bir ömür yol alma yolunda gidiyoruz. Araçlar değişiyoruz, bazen üstümüz başımız sırılsıklam oluyor bazen ayak parmak uçlarımız son yöne çevirilmiş kalorifer düğmesinde kıpkırmızı oluyor. Soğuktan donarak kızaran ayakları da ısınan ayaklarıda gördüğümüzü biliyoruz. Ara ara neler yaptığımızı kendimize hatırlatıyor, yapmadıklarımız üstüne gidiyoruz. En azından yapmamızın gerekliğini konuşuyoruz. Bunu yapacağın kişi sen tek olmalısın önce, sonra ailen olabilir sonra kız erkek arkadaşın olabilir sonra arkadaşların olabilir ve örnekler uzayıp gidebilir. İyiliği kendinden başlat. Yapmak istediklerini kendin bir deftere yaz. Tek yapamayacaksan iyiliğini sun. İyilik sunulur, beklenemez. İyilik yapılır, söylenmez. İyilik çıkarsızdır, çıkarlı bir iyilik iyilik değildir. Şimdi özgüm bir hikaye yarat kendine.
Al defteri küfret bana!
