Dünya’ya ilk adım bastığımız noktada değil miyiz bir çadırın içerisinde ? Üstümüzü örten bir muşambanın sadece dikimini yapmadık, geriye kalan tabiat hala aynı dün ki gibi değil mi? Değil aslında ama konumuz orası da değil.. Değişen ne oluyordu, üstümüze sürekli giydiklerimiz değil mi? Bir kat fazla tuğlayla dikilen kuleler, bir malzeme daha kaliteli yalıtımla rezidansa sahip olmuyor muyduk?  Üstümüzü ne kadar örtersek örtelim, gece o tekmeyi vurmazsak, üşümezsek, doğduğumuz gibi öleceğimizi hatırlayamadan göçüp gideriz. Hayatın arasında kilitleri kaldırıp, bir çadır veya doğanın içinde konaklayacağımız bir çatı, kulübe ne olursa kendimizi oraya atamazsak eğer ilerlediğimiz tüm branşların gerisinde kalacağız. Doğanın kendisi olup, ağaçların, hayvan seslerinin, Güneş’in uyanışıyla göz kapaklarımızı açamazsak, gözlerimizi kapattığımız noktanın hissiyatını nasıl bilebileceğiz? Korkmayın, toprak ve doğa bende sadece ölümü çağrıştırmıyor, söylediklerimi sadece buraya yormayın. Bende toprak, insanın yaratılışını, insanın yemeğini, insanın enerjisini, insanın teknoloji tutan ellerinin, toprağın var olmadan olmayacağını hatırlatıyor. Kafese kapanmış hayvanların veya görüntüsünü, tatlılığını beğendiğimiz hayvanların pahalı mamalarla beslemenin sevgisinin, gerçek hayvan sesini duyarak, görerek bazen korku yaşayıp, bazen cıvıltısıyla rahatlık hissettiğimiz sevgiyle bir ilgisi olmadığı; ellerimizi sadece göstererek girdiğimiz tuvaletlerin, dokunmadan işlem yaptığımız, hacet giderdiğimiz 100 numaraların kolaylığında bile bazen unuttuğumuz temizlik, bir düğmeye basım, sayfalarca kopartılan kağıtlar veya bir evin içerisinde tek düğmeyle çalıştırdığımız diş fırçaları ve bunları yaparken kaybettiğimiz onlarca israf ve bununla kendimize kazanım olarak gördüğümüz temizliğin, doğanın kalbinde bir nehir kenarında su soğukluğunun yarattığı ağız titremesiyle veya yaşamda kalmak için bir damlayla yıkamak zorunda kaldığımız ağız içimizle, bir ormanın derinliğinde giderilen hacetin bir düğmesi de, bir örtüsü de insanın kendisinin olması ve bunları ellerini göstererek değil de ellerini değdirerek, hissederek yapılan temizlik kadar gerçek olmadığı; bir kahvaltının hazırlanışının tek bir sipariş ile önüne serilen onlarca kahvaltılık tabakları değil de, yakılacak bir ateşin olması, dünün bulaşığının gidericisinin hem sabah çayının sıcak suyu hem de bulaşığın temizliğinde kullanılması ve bunların bir tablet üzerinden yapılmadan sadece harekete geçilerek olması; işte bizim 2 günlük ara verdiğimiz zamanın içerisinde, eğer olurda açılıp doğa olursak hatırlayacağımız ve bunun gibi binlerce lügatın karşılaştırmasını uyandığımız andan, Ay’ın gözünü kapattığı ana kadar yapabilecek ve bunun gerçekten bir yaşam değil bir kabus olduğunu kendimize anlatabileceğiz. Söylediklerimi, kendimde bulduklarımı ve sizin şuan gözlerinize yansıyan o anlarınızı; insanın kendi kendini unutmaması, insanın kabiliyetlerini, hareketlerini, neleri unuttuğunu hatırlaması için yazdım. Şimdi ise işlemi göstermeden, sonuca yarayacak bir kopya veriyorum.

Yol açık, Doğada kal. Tekrar et!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir