Yaşlı bir patron şöyle demişti: sen bakma benim ağzımın bozuk olmasına, bu kadar apaçık olmama, ben girdiğim yerde tanıyorum insanları, bıraktıkları kötü kokuları alıyorum burnuma, insanların sözlerinin kirli olmadığı yerlerde içleri kirlidir bilir misin? En efendisi benim insanların, giyinmeyi, terbiyeyi herkesten iyi de bilirim yerine göre ama ben siyah olan bir camiaya beyaz bir takımla girmem, ne dikkat çekerim, ne de onlarla kirletirim kendimi; ben de onlar gibi yaşarım hayatta, bilirim kendimi, ama onların yanında yaşarım belki daha fazlasıyla kapkara..
İnsanlar ak mı kara mı? Seçebiliyor musun okuyucum? Hangi yaşta olursan ol bir fikrin vardır elbette. Kime göre neye göre ayırmak istemezdim hümanist zamanlarımda. Herkesi aynı torbada tutardım. Kendime sarılmışlığım o kadar sıkı sıkıydı ki insanların bana kötülüğü dokundurması mümkün değildi. Yapılan her şey bana tam isabet gelse de kafamın içinde teğet geçiyordu. Odak noktam vardı ve ben herkesi affedici yaklaşıyordum. Yaşımda bundan 5-6 yıl küçüktü. Belki 40 yaşındaki birine göre az ama 18-19 yaşında dağlarla kavgası başlayan bir çocuk için şimdiler oldukça eskimiş geliyor. Dağlarla kavgası olan; vay, vay, vay. Neydi ki benim kavgam? Kürt ve Türk. Neden, ne var kim kime karşı yoksa insandan öte mi duygular. Kazanacak kim? Ya da kazanmış olan kim? Bir evrağın üstünde ne yazssa tanrıya yaranacağız? Tanrı hakedenlerden değil midir? Tanrının adaleti ağır basmaz mı? Bugünün korku verenleri yarının cehennemi ile karşılaşmayacak mı?
Ne istiyorsunuz hayattan diye sorarım yıllardır?
Kaç ülke görmek, kaç kitap devirmek, kaç patron eskitmek, hangi ünvanla zevkin doruklarına ulaşmak, çalışmadan yaşamak.. Hangisi senin zevkin doruğu ve hangisi senin
yaşam yolun. Üniversite sonrası seçimleri belki önemli gibi ama değil. Çünkü kişi hayatın daha başlangıç noktasında. Çaylak. En çok yanlış yapması gereken zamanlarda. En çok yanlış kararlar alması gereken yaşlarda kendisi bir ev kuruyor gibi hissetmemeli. Ev kurmak için zemin sağlam atılmalı. Ama 22/23 yaşında hiçbir zemin sağlam atılmaz bazen atıldı sanılır. Dünya eskisi gibi de değil. Attım devlete kapıyı yedim domuz domuz. Peki sonrası?
İnsan kendine tek bir şeyi yakıştırmamalı..
Bir şey üzerine uzman olmalı ama hayatı tanımak her alanda olmaktan yana. Bugün bir tesbih ustasından tesbih ile ilgili şeyleri dinlerken sıkılabiliriz ama bize tesbihin dünyanın belli noktalarında ki halini anlatırsa veya kazandığı unvan üzerinde tesbihten bağımsız yaşadığı hayat problemlerini anlatırsa can kulağı dinleriz. Benim üniversitede ki spor sosyolojisi hocam bize sosyolojiden kopup Hasan Dağı tırmandığı anlarını anlatıp yaşadığı anlar üzerinden dersi tamamladığında derste kalıyordum geri kalan anlar ise hiç aklımda değil..
İnsanlar yolculuklarda döndüğünde şey derler; yediğin içtiğin sen de kaldın ne yaptın onu anlat, dök. İşte yedim, içtim değil beklenen. Ne hissettin? Kimsenin hikaye yaşayacak anılarla dolu günlüğü olmasına gerek yok ama yabancı bir toprak gördün ve ne düşündün? Kimle kıyasladın, kime kötüledin, kime iyiledin ya da bu bir iş gezisiydi, anlamsızca kalkıp geldin?
Her şey karşı tarafa anlamlı olmak zorunda değil ama her şey içinizde anlamlı olmak zorunda fikrimce. İnsanın kendine açıklayacağı kadar anlam üretebilmelisiniz. Şöyle yaptım ama şundan dolayı önemlidir. Düşünmeyi hiç bırakmamalısınız. Bazen gün gelir ekmek almaya bile navigasyonla gidersiniz. Yaşadığımız toplumun odak noktası insanların hareket dahil etmek istememesi. İnsanlardan uzaklaştıkca geliştirdikleri robotlar ortamın içinde olacak ve bu savaş şaka gibi olsa da robotlara karşı olacak ve bizim bir setimiz bile yok.
Düşünelim üzerine, tanıdığımız kadar sevelim insanları.. Yaşlı patron haklı kim ak kim kara bir cemaatte belli değil. Düşlerinizde sağlıklaa..

Bu arada konudan bağımsız bedava ikinci bir hayat için karşınıza insanlar çıksa kabul eder miydiniz? Öldükten sonra kesin yaşanacak bir hayat var ve teklif geldi? Düşünün üstüne.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir