Öğlene doğru Erzurum’un Tortum ilçesi, Tortum Şelaleleri’nden ayrıldım ve yola doğru yürüyüp ellerimi kaldırmaya başladım. Aklımda Erzurum şehrinde son bir yere uğramak var, yolumdan sapmadan oraya da uğrayıp, sonrasında uzun bir yol katedeceğim. Yaklaşık yarım saat önce şelalenin gökkuşağı rengine karşı verdiğim pozlarım, öz çekimim beni tatmin etmediği zaman orada grup şeklinde bulunan arkadaşların bir tanesine rica edip arka kameradan fotoğrafımı çektirmiştim.

Yolda beklediğim sırada karşı tarafta, şelalenin çıkış kapısında o arkadaşları gördüm. Araçlarına yerleşiyorlardı ve birazdan yanımdan geçeceklerdi. Otostopçu almak ile bir kişinin fotoğrafını çekmek aynı duygu ve güven değildi. Ellerimi kaldırdığımda durmasalar da çok üzülmeyecektim, daha önce daha kötüleriyle karşılaşmıştım. Araç kalktı ve bana doğru geliyordu. Hızını çok da arttırmadan, yanıma yaklaştı ve atla dediler.

Mutlu ve şanslıydım arkadaşlar Erzurum’a kadar gidiyorlardı. Tortum, Erzurum yollarında yolda kalmak gerçekten yorucuydu. Erzurum’dan buraya gelişim 3 saatimi almıştı, yeniden bu yolu bu sürede bitirmek istemiyordum, çünkü gideceğim istikamete bundan iki kat daha fazla mesafe vardı.

Yolculuğum çok tatlı başlamıştı, hepimiz yerli turistler olarak, sıcak bir kaynaşma yaşıyorduk. Genelde de zaten seyahat ettiğiniz bir yerde iş veya turistik olsun oranın insanı olmayan farklı memleketlerden, ya da yine kendi geldiğiniz yerden insanlarla konuşmak, karşılaşmak,sohbet etmek farklı bir mutluluk hissettirmez mi? Böyle bir duygunun bizi gerçekten içten gülümsettiğine, mutluluk hissettirdiğine inanıyorum. Bu demek değil ki yerli insanla konuşmak çok da iyi gözükmez. Hepsinin yeri ayrı. Yaşadığınız anların size keyif verdiği veya üzdüğü yaşanılan her duygu durumunun sebep ve sonucu farklı. Seyahatin içinde de keyif aldığınız hazlar farklı. Kendi yediğiniz yemek ile bu iyi veya kötü farketmez, size ikram edilen şeyin özellikle normal de tatmayı hiç aklınızdan geçirmeyeceğiniz bir şeyi yediğiniz anda ki tadı farklı. Sohbetlerden aldığınız keyif, insanın memleketine göre farklı. Kaldığınız otelin size mutluluğu, kapısından ne kadar mutlu girdiğinize bağlı. Kapısından mutlu girmediyseniz, aldığınız keyif başka olacaktır. Bazen yanınızda ki arkadaşınız, bazen aileniz, bazen sevgiliniz, bazen yalnızlık, bazen grup olarak katıldığınız bir organizasyonun içinde en önemli orada bulunanlar olur, eğer orada rahatsızsanız o otelin hiçbir önemi kalmaz. Mutluluğun da değişkenliği burada gerçekleşir, birden fazla olan ama sonun hiç olmadığı. Arkadaşlar ile yaptığım yolculuk bir süre sonra bitecekti, Erzurum’a gelmeden yarı yolda, Tortum Gölü Cam Teras’a uğramak için araçtan inecektim, kafamda iki soru vardı inmeden önce, rahat rahat Erzurum’a gitmek mi?, yoksa açık olup olmadığını bilmediğim, virajlı bir yolun ortasında kalan, inersem ve araç durdurmam çok zamanımı alırsa dediğim yeri görmek mi daha cazipti? Kesinlikle, görmeden görme hayali kurduğum yer daha cazipti. Onu orada görecek olmam bana orada bulunmam kadar haz vermeyecekti. Bir gün yine gelip görebilirim fakat o araçtan bir daha inemezdim. Araçtan indim, karşı yola geçtim ve terasın giriş yerine doğru birkaç adım merdiven çıktıktan sonra beklediğim mi beklemediğim mi bilemediğim bir duygunun anında terasın üstünde çalışan bir abinin olduğunu gördüm. Seslendim, yanıma doğru yürümeye başladı, gözlerinden kapalı olduğu bakışı ve neden burada olduğumu sorgular bakışı aldım ve açık değil dedi. Kafamı arka tarafa doğru uzattığımda, aslında açılmaması için bir neden yok gibi düşündüm. İşlemler tamamdı, birkaç rutin, açılış zamanı bekliyordu belli ki. Şansımı denedim ve rica ettim. Uzun bir yolculuk yaptığımı söyledim, hemşehri duygularına girdim. Olmayınca, ayrıldım ve yan tarafta bulunan küçük otoparktan Tortum Gölü’nün, dağ ile olan bütünlüğüne seyre daldım. Özçekimimi yaptım ve biraz su içtim.

Pişman değildim, oranın açık olup olmadığı hakkında Erzurum’da kimsenin bir bilgisi yoktu, ben ise bir ümittir demiştim ilk araştırdığımda. Yeniden indiğim noktaya geçtim ve araç gelmesini bekledim. Bir araç geliyordu fakat orada tanıdığın bir kişiyi indirmekle, tanımadığın bir kişiyi aracına almak kadar kolay değildi, yol virajlıydı ve tehlikeliydi. Başardım, daha doğrusu beni alan abi başardı, hem yolu aştı hem güveni. Şanslıydık da, arkamızdan araç gelmemişti. Biraz yol aldık ve yolunun çok da uzun gitmediğini öğrendim, ama önemli değildi, önemli olan oradan hızlıca çıkabilmekti. Daha sonrası için düşündüğüm yolda kalma tabiki devam ediyordu ama, bir önceki anın zorluğunu hızlı bir şekilde atlamak, keyfimi devam ettiriyordu. Virajlı yolları aştık ve düzlüğe çıktıktan sonra abi bir köye doğru döneceğini söyledi. Teşekkür ettim ve görüşürüz diyerek araçtan indim. Türkiye turumun tüm yolculuklarında bunu kullandım. Çünkü görüşebiliyorduk, numaralaşmasak veya takipleşmesek, yeniden yolda rastlayabiliyorduk birbirimize. İçimden geliş gibi olmaz dediğim duygu yeniden ortaya çıkmıştı. Bekliyordum, araç geçişi vardı fakat o yolun alışı yoktu, binişi yoktu. Saatler ilerliyordu, akşama kalacağımı hissetmeye başladım. Akşamları zordu, özellikle çok fazla araç gitmeyen bir yolda oldukça zordu. Yaşamıştım. Bir araç durdu, iki orta yaşlarda arkadaş. Erzurum’a kadar da gitmiyorlardı ama en azından biraz daha ilerleyebilecektim ve biraz daha önüme araç alabilecektim ve tabi ki iki yeni insan tanımanın yanında ek olarak kazandığım şeylerdi bunlar. Bazen ne için yolda olduğumu unutuyordum, unutmam da normaldi aslında bunu çok sorgulamıyorum. Zaten bir idealin olmasa o unutkanlığı yaşayacak durumda olmazdın diyorum ve eski halime dönüyorum. Abilerle biraz anlaşmazlık yaşadık, sohbet benim için iyiydi fakat, dedikleri yer kadar gidemeden bir yerde mola verdiler ve biz daha gitmeyeceğiz dediler. Anlayışla karşıladım ve hiçbir moral bozukluğu yaşamadan araçtan teşekkür ederek indim. Bir benzin istasyonun yan tarafında ki lokantaya girdiler, ben de biraz yürüyerek benziliğin çıkış kısmına doğru gittim ve yeniden otostop’a başladım. Çok geçmeden daha demin geldiğim abilerden yan koltukta oturan tek başına önümden çok hızlı geçerek gitti. Onun benim yanımdan geçeceğini farkettiğimde, çantamdan şarj aletini çıkarıyordum. Şaşırmam çok uzun sürmeden, yeniden otostop çekmeye başladım. Uzun bir süremi aldıktan sonra bir tır yanaştı ve koşup tıra tırmandığım sırada, seslice tek atayım artık dedim, kapıyı açtım nereye abi? Dedim. Aşkale demez mi, içimden sular aktı, gönlümde papatyalar açtı. Çok uzun bir süredir zaman kaybetmiştim. Tabi eğer kaybettiğim bir şey varsaydı. Yolumuz işte şimdi durmaksızın devam ediyor diyecektim ama biz duruyor gibi ilerliyorduk, o kadar yavaştık. Yükümüz ağırdı, ama abimizin gönlü açıktı, gece seyahatine karşı seni yenerim dediğim an tırda güzel bir çay içmeye başladım. Eski bir kettle içerisinde, kaç defa kaynadığı bilinmeyen, el ve dudak izleriyle dolu bir bardaktan keyiflice bir çaydı. Oysa evde bir içtiğim bardaktan bir daha içersem kusacakmış gibi hissediyordum. Yolculuğum, Bayburt’a idi. Çok merak ettiğim, sosyal ağın caps gündeminde kendine yer bulan o şehri gerçekten merak ediyordum. Sonuçta Doğu Karadeniz şehriydi, dedikleri ne kadar kötü olabilirdi diye de düşünüyordum. Bizim yolculuğumuzun artık noktalandığı zamana yanaşıyorduk, biraz dinlenmiştim, arkama yaslanıp hem kendimi anlatıp hem de farklı hikayelerin yorumunu yaptığımda 81 ilin çocuğu gibi hissediyordum kendimi. Tırdan teşekkür ederek indim ve Bayburt’a giden tek yolun başında beklemeye başladım. Bitirmediğim günü düşündüm, güldüm, ulan dedim biraz isyan ettim, kendi kendime eğlendim açıkçası. Otostopta beklemeyi, kendinizi eğlendirebildiğiniz zaman aşıyordunuz. Ellerimi kaldırmak için beklediğim sıra bir motor gördüm, ellerim kalkık mı inik mi hatırlamıyorum. Ama şuan o motorcunun çok yakın bir arkadaşım olduğunu söyleyebilirim. Motor durdu, kaskı çıkardı ve nereye gittiğimi sordu. Bayburt’a dedim. Beraber gideriz ama biraz oturalım, dinleneyim dedi. Tabi tabi dedim ve motoru yolun kenarına yanaştırdı ve kaldırıma oturduk. Sohbete başladık, otostopla gezme kültüründen, motor yolculuklarından, memleketlerden konuştuk.

Nerdeyse geçen bir saat beş dakika gibiydi. Artı yol alma zamanıydı, yolun zorluğu hakkında bir bilgim yoktu, eseceğini söyledi. Çantamdan hırkamı falan çıkardım, çantamı da belime sıkıca bağladım ve başladık yolculuğa. Tırmanacağımızı kestiriyordum ama 2370 metrelik, Türkiye’nin en yüksek geçitlerinden biri olan, tarihiyle acı bir üne sahip Kop Dağı olduğunu bilmiyordum.

Kop Dağı’nın zirvesine geldiğimde, hem motorcu arkadaşın, ki bundan sonra adı Fatih, bilgilendirmesi hem de gördüğüm şehitlik ile yolda bir şey daha öğrendim.
Kop Dağı, 1. Dünya Savaşı’nda ülkemizi, Karadeniz’i savunurken önemli bir rol almış ve orada ki anıt, hayatını kaybeden Mehmetçikler adına yapılmış. Zirvesi daim soğuk ve karlı olan Kop Dağı, savaşı kazanmamızda bu etkenleriyle de oldukça önemli olmuştur. Hem bilgilendirme, hem de biraz dinleme sonrasında havanın kararması, soğukluğun giderek artması yol üstünde dezavantaja dönüşmeden Bayburt’a yol aldık ve gerçekten rüzgarın içinden rüzgara fısıldayarak geçip Bayburt’a vardık.

73. şehrim Bayburt daha girişiyle beraber bana oldukça sıcak bir gülümseme vermişti. Şehrin ortasından geçen Artvin’in uzantısı, Çoruh Nehri şehre ayrı bir görsel güzellik ve su sesi tadında mutluluk katmıştı. Ramazan ayındaydık, oldukça acıkmıştım fakat küçük bir bölge olduğundan iftar öncesi Ramazan aylarında yemek yiyecek yer bulmak çok zordu. Hem vakit hem de param iftar yemeğine yetecek durumda değildi. Fatih’e söyledim ve biraz dolaştıktan sonra açık bir dönerci bulduk. Ben yemek yerken, onunla kalacağım yer hakkında konuştuk. Kalacak bir yerim yoktu, zaten düşündüğüm bir şey de değildi evim, sallanan masanın ayağını tutuyordu. Fatih, beni yurdunda ağırlayabileceğini söyledi fakat yurda girişi biraz zordu. Misafir sokmak yasaktı. Fakat bir çaresini bulmayı düşünmeye başladı, yemek bitti ve yurduna doğru gitmeye başladık.Çare tabiki de kaçak nasıl girilirse oydu, güvenliğin ilgisinin başka bir yöneldiği an içerisindeydi girişim. Odaları üç kişilikti, bir normal yatak bir ranza şeklinde, bende yerde tulumumun içerisinde yatıcaktım. Bunları biliyordum, sohbetimiz içerisinde dinlerken, keyif almıştım hatta.

Tam bir erkek öğrenci yurduydu. Eşyalarımı yerleştirdim, Fatih’in arkadaşları ile tanıştım ve onlar iftar yapmak için aşağı yemekhaneye indiler. Ben ise odada sessizce durup, o günün fotoğraflarına bakıp, birkaç tane hikaye yollayacaktım instagramıma. Afiyet olsun dedim ve odada biraz yalnız kalarak o anı yaşadım. İçimden çadırı nereye kurardım acaba diye de geçirmedim değil. Fatihler geldi fakat bu sefer biraz daha kalabalıklardı, benim geldiğimi duyan, yani bir otostopçu geldiğini duyan arkadaşları da gelip tanışmak istemişlerdi. Tanıştık, sorular cevaplandı, ve kahkaha atacak kadar gülebileceğimiz bir samimiyete ulaştık. Attık mı hatırlamıyorum ama o kadar iyilerdi. Saat gece yarısına doğru geldiğinde Fatih, yarın ne yapacağımı sordu. Meşhur Bayburt Kalesi’ne gideceğimi, şehri tanıyacağımı yani yürüyeceğimi varsa müze ya da başka bir detay oraları gezeceğimi söyledim. Fatih ise planı kendisi belirledi, Kale’ye bu gece gidebileceğimizi yarın ise Bayburt’tan 18 kilometre uzaklıkta ki Aydıntepe ilçesinde bulunan Yeraltı Şehrini gezebileceğimizi, hatta kendisinin götürebileceğini söyledi.Gerçekten mutluluğu yaşadığım anlarda, yurttan çıkış yapmış Bayburt merkezinde motorla turluyorduk bile.

Kale’ye doğru tırmanmaya başladık, ben belki bir yerden sonra inip yürürüz diye düşünüyorken Fatih gerçekten iyi bir motorcu olduğunu gösterdi ve oldukça dik, çukurlu toprak yolların arasından zirveye kadar bizi taşıdı. Kale’nin en ucunda ayaklarımızı sallandırıp, Bayburt Kalesi’nin eşsiz manzarasını, şehri sapsarı boyayan ışıklarıyla izlediğimiz sırada ise bir de güzel sesinden, Bayburt türküsü söylemeye başladı ki o an gerçekten yolculuğun doruk noktasına ulaştım. Sohbet devam etti, ikinci, üçüncü istek parçalarım söylendi ve fotoğraflar çekildi tabi ki.

Buradan sonra yolculuğumuz ise Bayburt’un en büyük parkına, Yeni Şehir’e doğruydu. Yaz aylarında oldukça kalabalık olan park, bizim içinde olduğumuz anda da hem mangal hem de kola-çekirdek yapan öğrencileri barındırıyordu.

Bayburt’ta öğrenci sayısı şehre göre oldukça fazla olduğundan, her yerde üniversiteli görebiliyordunuz, şehir düşünülenlerin aksine genç ve güzel gözüküyordu. Uzun bir gece gezmesi sonunda dönüş sırasında hem Bayburt, hem de Gümüşhane’de meşhur olan pestil ve köme tatlısını almak için bir pastaneye girdik. Bilmeyenler için, Bayburt 1989 yılında Gümüşhane’den ayrılarak il statüsü kazandı. Kazanmadan önce de, Bayburt halkı, kendilerine memleketin diğer şehirde de rastladığım gibi nerelisin diye sorduklarında Gümüşhaneliyiz demezlermiş, Bayburtluyuz derlermiş.Ve istedikleri şehir olma durumu da gerçekleşmiş; benim de sevdiğim şehirler arasına girdi Bayburt. Yine yurdun önüne geldiğimizde biraz bekledikten sonra, güvenliğin başka bir yöne yöneldiği an önce ben, sonra Fatih içeri yakalanmadan girdik. Odada ki arkadaşlarla sohbete kaldığımız yerden devam ettik ve sahur vakti geldiğinde Fatih ve arkadaşları yeniden yemekhaneye indiler. Onlar oradayken bende yanıma aldığım kumanyalardan yedikten sonra biraz uyuklamışım. Kapı açıldığında uyandım ve Fatih ile yarın ne yapacağımız hakkında konuşurken Fatih’e niyetli olarak beni oraya götürdükten sonra gün içerisinde zorlanacağını düşündüğüm için ben otostopla giderim dedim fakat o misafirperverliğini hiç bırakmadan, kabul etmedi ve ben götürürüm dedi. Tekrar teşekkür ederek sabah için uykuya daldık ve sabah alarm ile kalktığımda Fatih’e de tekrar kalkabilecek misin diye soracaktım ki kendisini yataktan kaldırdı ve giyindi. Benim için hiçbir karşılıksız sadece yardım etmek ve arkadaşlık bağıyla hayatım boyunca unutmayacağım bir iyilik yapıyordu. O an ona karşı bu hissettiklerimi ne kadar gösterebildim bilmiyorum ama şimdi ona buradan gerçekten çok teşekkür ederim. Yeniden yolculuğa koyulduk, Yeraltı şehrinden sonra yeniden Bayburt’a dönüp oradan, tekrar yolculuğa devam edecektim yani son durağa gidiyorduk.

Hızlı ve uyku açıcı bir yolculuk sonrasında Aydıntepe’ye vardık. Küçük bir ilçeydi, zaten Bayburt’un Aydıntepe haricinde bir de Demirözü ilçesi vardı. Gideceğimiz yeraltı şehri, 3 bin yıllık tarihi, hiçbir yapı malzemesi kullanılmadan, yeraltında kayaların oyulmasıyla inşaa edilmesiyle ünlü. Araştırmalara göre halen neden yapıldığı kestirilemeyen Yeraltı Şehri’nin, Halde (Khalde) şehrine ait olduğu düşünülüyor. Ve bir rivayete göre Yeraltı Şehri şuan 1,2 km açıklığı olsada, şehrin Bayburt Kalesi’ne kadar gittiği yönünde.

Yeraltı Şehri’ne ilk girdiğimizde kilometresini bilmediğimden düşüncelerime bir önyargı koymasa da , gittikçe bitmeyen yol, daracık koridorlar oldukça basıcı duruyordu; aralarda suyla dolmuş havuzlar, salon tarzı odalar ile ne kadar büyük ve kapsamlı olduğunu gösteren Yeraltı Şehri, artık bitmeyecek mi diyip içeride ki havanın kendime yetmediğini hissettiğim noktada adımlarımı hızlandırdım ve çıkışa doğru yürümeye devam ettim.

Çıkış kapısını gördüğümde, oldukça rahatlamış bir havada olsamda, geçtiğimiz yollar bir rüya veya bir film sahnesinde kendimi kaptırdığım kaybolduğum anlarda ki gibi hissettirmişti.Etkileyiciydi. Şimdi tekrardan motoru koyduğumuz giriş kapısına doğru şehrin, halk pazarının, içinden yürümeye başladık. Buradan sonra Fatih ile Bayburt’a kadar daha sonrasında, otostopla Aşkale’ye doğru devam edecektim.

Yeniden yola koyulduk ve geldiğimizden biraz daha yavaş şekilde, sırt çantasıyla bir motorun arkasında uzun yolculuk yapmanın hem zorluluğunu hem de keyfini alarak Bayburt’a yeniden giriş yaptık. Fatih, son bir iyiliği daha yaparak beni şehrin dışına, otostopta daha kolay olacak bir noktaya kadar getirdi ve orada en son ona çok çok teşekkür ederek, sarılarak el salladım ve o yeniden kendi yurduna döndü ben ise, onun bu iyiliğinin karşısında, gökyüzüne doğru bakarak kendime, evrenime onu unutmamak üzere kaydettim.

Her şey için yeniden ve tekrarlarca çok teşekkür ederim kardeşim. İyi ki varsın. Bayburt’un bittiği noktada, yeniden otostop’a başladım ve çok geçmeden bir araç durdurdum. Bu yolculuk dediğim gibi insanı tanırken, kazanım anını da sonuçlatıyordu. O gün Aşkale’ye daha doğrusu memleketime Van’a giden araca bindiğim, ismi Gökçen olan abimle de hala görüşmedeyim. Ve öyle ki bundan birkaç ay önce Van yolculuğumda onun misafiri oldum. Yolun sonuçları bazen anlık bazen yıllık bazen daha uzun süreli olabiliyor. Çünkü doğa, insan, tarih bunlar yolun başlıca ana fikirleri ve bunların kazanımı size bağlı, sizin ne kadar aldığınıza ve alırken ne kadar verdiğinize bağlı. Eğer gerçekten ana fikre ulaşmak isterseniz, bu olacaktır. Sadece inanın ve inandığınız yolda düşlerinizi sırtlayın. İşte Bayburt’un sonu. Erzurum’dan, Bayburt’a,Aşkale’ye, yola ve yolda ki insanlara, özellikle Fatih’e, arkadaşlarına ve Gökçen abi’ye sonsuz teşekkürlerim ile. Sevgi, saygı, yol ile.

GÖKÇEN ABİYLE 9 AY SONRA VAN GÖRÜŞMESİNDEN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir